Uçağa binmekten korkuyor Hami, inanması güç ama. Her binişinde okuyor üflüyor. Araba merakı var. Bütün markalara binmiş neredeyse, ama Mercedes'te karar kılmış. Macera türü roman okumaktan ve sinemadan hoşlanıyor. Eşinin yaptığı!
Karadeniz yemeklerine de bayılıyor.
Son Mohikan: Hami Mandıralı
Schalke'de oynadığı dönemde bir maçta attığı şutun saatte 200 kilometrenin üstüne çıktığını ölçmüşler.. 230 mu ne!..
Efsane gibi yani... Öyle vuruyor ki topa, rakip takım kim olursa olsun ceza alanı çevresinde faul yapmaya korkuyor. Kaleyi karşısında görünce mesafeye bakmadan abanıyor. Penaltı gibi. Önünde baraj var ya da yok, fark etmiyor. O bu durumun elbette ve doğal olarak bilincinde, büyük keyifle açıklıyor:
"Ben topun ruhunu bilirim. Severim, okşarım, konuşurum onunla. Vurmak için başına geçince de, artık Allah ne verdiyse...
"Bombacı" lakaplı Hami'yi anlatan en belirgin özellik, vuruş tekniği. O, ilk önce bu özelliğiyle, tıpkı pek çok Trabzonsporlu ağabeyi gibi, "tarihteki" yerini çoktan aldı. Elbette sadece tekniğiyle değil. Trabzonspor'da minikten A takıma kadar en uzun görev alan futbolcu, o! Resmi karşılaşmalarda attığı 220 golle, hem Tanju Çolak, Hakan Şükür, Aykut Kocaman ve Metin Oktay'la birlikte 200'ler kulübünde yer aldı, hem de Tanju'dan sonra ligde en çok gol atan oyuncu unvanına hâlâ sahip. 250’ye ulaşıp birinciliğe çıkmak en büyük arzusu! 100 gol de Türkiye Kupası maçlarında yollamış kalelere...
Hami Mandıralı'yı anlatacak en özet paragraf belki bu yazılanlar... Ama....
"Ama"nın ötesi, dününden daha çok etkiliyor kendisini bugünün derdinde şimdilerde. Kendini anlatırken gururla seçiyor seçmesine sözcüklerini, ama gel de kalbine anlat bunu. Zira eli kulağında, "vuruyor" yerine çok iyi "vuruyordu" diyecekler, Hami için. Bir çeşit emeklilik ruh hali..
Hala kendisine ihtiyaç duyulduğuna inanmak istiyor. Daha topa vurur, daha oynar, abilik yapar; sakatlık olmazsa 250'yi de bulur eyvallah. Karşısına çıkan herkesle ve her platformda bunu konuşuyor. Dimağında, günlerce, saatlerce düşünme maratonundan tortu kalmış sayılı cümleler.. Özeti tek: "Biraz daha oynarım!"
Filmin son sahnesinin yaşandığını kabullenmeye direniyor işte. Ama kendi yakın çevresindekiler farkında; eşi Şebnem, attığı gollerin neredeyse tamamını bulmuş buluşturmuş CD'lere yüklemiş. Kendisi iki kızıyla arada seyrederken Hamiyi de çağırıyor; "Bak canım nasıl vurmuşsun topa!" Belki bir tek o zaman yenik düşüyor Hami, eşinin yanına oturup seyrettikçe, bir yandan yüzü gülüyor, biraz heyecan, zaman zaman sanki maçtaymış gibi adrenalin, sonra öfke; "Bu benim işte, anlamıyorlar.."
İsminden "s" harfi düşmüş gibi, "Karadeniz uşağı." Canlı, hareketli, neşeli... Her an bir muziplik yapacakmış gibi duruyor. Etrafıyla sürekli iyi ilişkileri içerisinde olduğunu göstermekten mutluluk duyuyor. Daha doğrusu, "Ben artık piştim, olgunlaştım, geride kalanlarda değil aklım, bugüne bakıyorum" der gibi çevresiyle iletişimi. Herhangi birinin, taraftar olsun olmasın, örneğin bir fotoğraf isteği onun için "emir" sayılabilir; asla reddetmez. Medya mensuplarıyla diyaloğu hep iyidir. Trabzon'da yaşayan yerel gazetecilerle kimi zaman görüş ayrılığına düştüğü ve hatta bu yüzden zorlandığı da biliniyor, ama ulusal basına sabrı ve açıklığı bazen "ağır" eleştirseler bile her zaman üst düzeyde oldu. Bazı maçlarda güzel enstantane verdiğinin farkında; foto muhabirlerine göz kırpması ya da güzel fotoğraf pozları da "bilenler biliyor..." raf vermek için rakip kale dibinde bilinçli verdiği pozları da “bilen biliyor...”
Ama bütün barışçıl çabası, son bi oynayayım" noktasında duruluyor"! Buna engel olanlara sözünü artık sakınmıyor. İyi geçinme isteği kendi "camiasının bir bölümü için en azından geçerliliğini yitirmiş gibi. Örneğin "Başkan’ı ve "Hoca’’sı Özkan Sümer'e medya aracılığıyla alenen söyleniyor artık. Teknik Direktör Samet Aybaba’nın dediğini yapıp, onu tam jübileye hazırlanırken takımdan uzaklaştırdığı için. Asında Hami'yi takımdan uzaklaştırmaktan çok hayalinin suya düşmesi" üzülüyor. Kimse bilmiyor, o yakın gelecekte
Bordo-Mavili formayla aktif futboldan uzaklaşacaktı. Bunu yaparken tıpkı Beşiktaşlılar Mehmet Özdilek gibi farklı bir misyona soyunacak, tıpkısının aynısı olmasa da benzer bir sosyal aktiviteyle adını futbol dünyasına kocaman harflerle yazacaktı. Belki anlatamadı Sümer'e... Belki de Sümer'in kendisini dinleyecek ve anlayacak durumda olduğunu hissedemedi. Büyük bir rüyanın içine edilmiş ve sarsılarak uyandırılmış gibi hissediyordu durumu. Her şeye rağmen kamuoyu önünde Sümer'e saygıda kusur etmemeye de özen gösteriyor. Bayramda tokalaşmak gerekiyorsa, tokalaşıyor.
Son dönemde bir de eski takım arkadaşlarından bir kısmına "ah" ediyor. Süper Lig'e çıkan Akçaabat Sebat'a gidip, boşta kalan Hami'nin oraya gelişini engelleyenlere, başka bir deyişle. Onları da affedemiyor. Ancak bu öfkenin altında yatan gerekçe pek kimsenin bildiği türden değil. Sebat olmayınca Ankaragücü’ne gelen Hami, burada da "malum ayak oyunlan"an teslim olunca, yine yol göründü, diye eşiyle konuşmaya dalıyor bir akşam. Duyan büyük kızı Aleyna'nın dedikleri bir baba için “hazmı” kolay olmuyor; "Sizi de üzüyorum" diyen "Baba"ya, Ankara'da çocuk gözüyle şimdiye kadar görmediği, tatmadığı eğitim, oyun, "fırsat" olanaklarıyla büyük bir mutluk yaşayan Aleyna, bundan bir büyük insan edasıyla bir anda vazgeçip; “ Üzülme Baba. Sen nereye gidersen biz oraya geliriz. Sen canını sıkma" deyince... Meslektaşlarına yorumu "geleneksel": "Beni çekemediler, kıskandılar" ve ekleme "Allahlarından bulsunlar".
İşte bu belki de Hami'nin yumuşak karnı. Yirmi beş yıl civarında bir takım içerisinde kalıp, tartışmaların, kavgaların içinde olmamak imkânsız. Biraz kulak verirseniz kimi "anlatıcılar", Trabzon'da "ortalığı karıştıranlardan biri de Hami. Onunla ilgili hikâyeler farklı bir biyografi çalışmasına itebilir insanı. Ama buna yanıtını dinleyince ayak bağlanıyor:
-"Ben hiçbir zaman sütten çıkmış ak kaşık olmadım. Hatalarım oldu. Beni nelerle eleştirdiler, suçladılar. Kabul de ediyorum, kusur etmişimdir. Ama hiçbir olayda kötü niyetim olmadı. Yeri geldi, arkadaşlarımı mağdur etmemek için bana verilen paradan fedakârlık ettim. Yeri geldi, para alamadım; gün oldu sakat sakat oynadım. Ama içimde hep Trabzonspor sevgisi vardı. Hep iyi olsun istedim. Kırdıysam, hep özür diledim. Büyük camialarda neler yaşanıyor. Biz yine de daha iyiydik."
Hami’nin Doğduğu Yer;
20 Temmuz 1968 günü Arsin'de doğdu, Hami. Sekiz kardeşin altıncısı. Beş erkek, 3 kız. Necati'yi Trabzon'da bir kaza sonucu kaybetti. Çok etkilendi. Yaşamında etkilendiği olaylar belli başlı onun için de. Evliliği, çocuklarının dünyaya gelmesi, Trabzonspor'dan bir yıl için de olsa ayrılması, dönmesi, babasının kaybı...
Çocukluğu her Karadeniz bebesi gibi işte. Sokak aralarında top oynayarak büyüdü. Hem kendisine büyük kırmızı şortuyla hem de bacak kadar boyuyla oynadığı oyunla dikkat çekti.
Herkes "Hami'ye bak!" diyordu. O ise, zihninde "Ali Kemal koşuyor, koşuyor, vurdu, goool" noktasındaydı. Kaderi o sokak arasında şekillendi Hami'nin. Yeteneğiyle birlikte Trabzonsporlu Ali Kemal sevgisi temelindeki futbol harcının sağlam gelişmesini sağladı dense, abartı olmaz.
Trabzonspor'a İlk Adım ;
Hem kendi beyanı ve isteği hem de fısıldananlar, 1978 yılın da baba Osman Mandıralı’nın elinden tutup Trabzonspor Kulübü’ne götürmesiyle sonuçlandı. Antrenör “Yeşil Osman" kısa bir denemeden sonra "Tamam senden adam olur, ama şimal küçüksün, iki sene sonra gel, hem boyun da uzamış olur” dedi.
Çaresiz kabullendi, ama bir sene sabredebildi. Tekrar gittiğinde bu kez kabul gördü ve yıllar sürecek Trabzonsporluluk serüveni böylece başladı. Yıldız, genç, amatör ve profesyonel.. Bütün kategorilerde forma giydi. Oynadığı bütün kategorilerin Milli formasını da kısa sürede sırtına geçirdi. 1985 yılında Sundermann teknik direktörken bir Malatya maçında A takım formasını, yine aynı dönemde 17 yaşında A Milli Takım formasını giydi. 49'u A olmak üzere, 83 kez ay yıldızlı formayı taşıdı. İlk çağrıldığı gün duyduğu heyecan yıllar sonra yine kadroya çağırılırım diye beklerken Mustafa Denizli tarafından kadroya alınmadığını öğrenince yıkıntıya dönüştü. Sportif anlamda Trabzon'dan ayrıldığı gün duyduğu üzüntü kadar etkileyen nadir olaylardan biriydi Hami için bu durum.
Schalke 04 Transfer Anı;
Trabzon'dan ayrılması da ilginçti. Bir kere yaşadı, Schalke 04'e gitti. Ankaragücü'ne zorunlu transfer oldu. Bir kere de "gitmeyi istedi" ama olmadı. Gitmeyi istediği kulüp Galatasaray’dı. Fatih Terim hayranlığı ve sevgisi onu Sar-Kırmızılı formaya hep sıcak tuttu. Yine iyi oynadığına inandığı, ama öte yandan çok eleştirildiği dönemlerden birini yaşıyordu. Gideceğim, dedi. Ama dönemin Başkanı Faruk Özak ikna etti, kalmasını sağladı.
1997-98 sezonunda ayağından sakatlandı. Schalke 04'ün doktoruna tedavi olmaya başladı. Gidip gelirken hoşuna gitti.
Bir sezon önce Trabzon'daki UEFA Kupası karşılaşmasında gösterdiği performans zaten Almanların belleğindeydi. Topladıkları bilgilerden tatmin olunca da birden transfer gündeme geliverdi. "Olur" dedi, sonra vazgeçti. "Git-gel"ler arasında birden "İstenmiyorum Trabzon'da galiba" kuşkusu beynine girdi ve istemeye istemeye "yola koyuldu". Başkan Mehmet Ali Yılmaz’ın "Olmazsa dönersin" garantisiyle "denemeye" karar verdi. Çoluğu çocuğu "toplayıp" Almanya'ya götürdü.
İlk günler kâbustu. Babası hastaydı ve aklı Trabzon'dan bir öteye gidemiyordu. Bir yandan hasretle karışık merak indeyken, diğer yandan da yavaş yavaş alışmaya başlamışlardı gurbete. Sonra..
Baktı ki, Avrupa dedikleri aslında hiç de fena yer değildi. Her şey farklı bir ilişki içindeydi. Yeniyorlardı rakiplerini, maçın hemen ardından yaşanan sevinç stadın dışında bitiveriyordu. Yenilgiyle yaşanan hüzün, keza öyle... Futbol değil, sanki insanlar tiyatroya, sinemaya gelmiş bi maç seyrediyordu. Akına birden Trabzon'da maç kaybettiklerinde taraftar gelir taşlar, bağırır çağırır korkusuyla evlerinin ışığını kapatarak oturduklarını, kendi evlerine kimse görmeden hırsız gibi girmek zorunda kaldığı günler aklına geldi. Bazı arkadaşları böyle günlerde tesislerden dışarı çıkamıyordu hatta. Elinde av tüfeğiyle yine tesisin arka tarafında ateş ederek stres atanlar da yok değildi. Almanya'da bir de Schalke onlara çok sevdikleri bir ev ayarlayınca... İş, Hami'nin "Profesyonel hayatımın en büyük yanlışını Schalke'den ayrılmakla yaptım" diyecek noktaya geliverdi. "Mehmet Ali Yılmaz'ı kıramadım, gittiğim gibi kalktım geldim" deyiverdi, Hami. Nasıl bir stres ve sıkıntı çektiğini unutmuş, hiç yaşamamış gibi. Bugün yaşadıklarından duyduğu üzüntüye neden olan şeyler o hatanın faturası sanki; dönüp dolaşıp "Gelmeyecektim" diyor.
Bu noktada altı çizilmeli ki, Mehmet Ali Yılmaz onun için çok önemli. Büyük adımları onunla attığını düşünüyor. Yılmaz'la yaşadığı her şeyin olumlu ve yararlı olamadığını demeye çekiniyor. Almanya'dan dönmesi gibi. Ama yine de "hakkını helal ediyor" ona. "Büyük adam" kanısında. Son döneme Trabzonspor yönetiminin Özkan Sümer’in elinden gitmesine en çok sevinen o. Mehmet Ali Yılmaz'ın "Başkan" olarak oraya çıkması ise -ütopya gibi olduğunun farkında ama- en büyük rüyası şimdi. İşte o zaman yıkılan hayaline yeniden sarılma imkani olabilir düşüncesinde...
Ankaragücü’ne gidişi ise "çok sıcak" hafızalarda. Hami belki de ilk kez, alenen, gerçekten istenmedi Trabzon'da! Yaşamın tartışmasız gerçeği "pat" diye çıkıverdi karşısına. "Yeni" teknik adam, iddialarını gerçekleştirebilmek için "kadro” çalışması yapacaktı. Başkandan bu doğrultuda yetki istedi. O da koskoca takımı güvenerek teslim ettiği "adama" ne diyecekti ki? “Onay” verdi. Bu, 9 yaşında "Büyü de gel" diye ilk yollanışından çok farklıydı Hami için. O zaman da gözleri dolmuştu, nasıl geçecek 2 yıl da ben büyüyeceğim, Trabzonsporlu olacağım, kaygısı çocuk kalbinde büyük depremdi. Yirmi yedi sene sonra bir "hocanın" sevgiyle "büyü" sözü, yerini profesyonel diğerinin "yürü"süne bırakıverdi.
Ankaragücü’ye Transfer Anı;
Biraz bekledi, takım bulmaya çalıştı. Akçaabat Sebat şans gibi göründü. İstenmediği bilgisi geldi. Ankaragücü'nün yolunu tuttu. Kader burada da "cilve" peşindeydi. Sarı-Lacivertli takımın "kurtları" bu kez ona "yedirmediler". Oysa son durak diye ailesi ve çocuklarını alıp Ankara'ya yerleşmişti. "250" golü burada bulacağını hayal etti. Hepsinden öte, "Trabzon'a kökünden bağlı yaşam" kabuklarını kırınca hoşuna da gitti. Büyük kızı Aleyna okulunda, küçük Alara da anaokulunda kendilerini bulmuş, adeta başka çocuk olmuşlardı. Bunu fark etmek çok mutlu etmişti eşi Şebnem'le kendisini. Olamadı. Yönetmelikler transferine de izin vermeyince, kalakaldı ve bu kez istemeyerek ama zorunluluktan yine Trabzon'a döndü.
Eşi Şebnem bütün bu hengâmelerde doğal olarak yanındaydı. "Sessiz, karışmaz" olmadı hiç. Gerektiğinde yönlendirdi. O da hemen her erkek "gibi" dinledi ya da direndi ikazlarına. Yaşadıklarıyla hayat arkadaşının üzülmesine sebep olduğu için sıkıntı hissettiği de çok oldu. 30 Ekim 1989’da evlendiler.
Çocukluk arkadaşım, futbolcu, Metin Diyadin tanıştırdı Şebnemle beni. Gel bak, seni bir kızla tanıştıracağım, dedi de buluştuk." İki kızıyla birlikte aile kavramı içinde yaşamını sürdürüyor. Ailesine de çok düşkün.
Kardeşleriyle diyalog halinde. Annesi Hikmet hanım hepsinin gözbebeği. Baba Osman Mandıralı artık hayatta değil; ama belleğinin önemli bir yerinde kazılı. Daha çok küçükken yaşadıkları diyaloglar zihninde. Para meseleleri yani. "Yok, bu kadar, ileride olur inşallah".. Buna duyduğu burukluk, sonra eline para geçince, "Al baba" deme noktasına gelmesi...
Hami Mandıralı Hiç Şampiyonluk Göremedi;
Hiç şampiyonluk göremedi Hami. En büyük tatminsizliği bu oldu. Çok güzel maçlar yaşadı. Çok da kötü ve unutulmaz.. Türkiye'de, yurtdışında önemli başarılarda hep onun adı vardı. En çok sevdiğin goller ya da maçlar, diye sorunca, sular seller gibi akıtamıyor belleğini. O kadar çok oynamış ve o kadar çok gol atmış ki... Konuştukça bazı anılar dökülüveriyor: ama Türkiye Kupası’nda, Samsun'da Beşiktaş’la oynacakları maça gelmek için yola çıkan 6 taraftarın kazada ölmesi, bir başka... Barcelona’ya 7-2 mağlup oldukları karşılaşmada, attığı, İspanyolları bile ayakta alkışlatan gol...
Pek çok teknik adamla çalıştı. Sadi Tekelioğlu onda iz bıraktı. Takımda sonraki hoca-teknik adam karşılaşmaları pekiyi gitmedi ama. Bu hayal kırıklığı içerisinde Ali Kemal Denizli’yle yaşadıkların daha çok etkiledi kendisini. İdolüm dediği "adam" başına teknik direktör olduktan sonra kendisini medyaya eleştirdi. "Sen de mi Brütüs" gibi bir şeydi bu. Ya da Hami sık sık yanına gittiği, birlikte yediği içtiği Ali Kemal'in "takımla ilgili işlerde" onun değil "işinin" yanında olmasını kabullenemedi. Belçikalı Urbain Breams de onu etkiledi. Hala sevgiyle konuşuyor. Şenol Güneş ve Fatih Terim'in de Türkiye'nin yetiştirdiği çok değerli teknik adamlar olduğuna inanıyor.
Türkiye’de ve Dünya’da En Çok Beğendiği Futbolcu;
Türkiye'den ve dünyadan sevdiği, takdir ettiği futbolcular var. Ergün Pembe'yi, hem istikrarı hem de düzgün kişiliğiyle çok beğeniyor. Ronaldo, beğendiği yabancı. Hakem konusunda bugünden etkilenmiş. Ali Aydın iyi, diyor.
Uçağa binmekten korkuyor Hami, inanması güç ama. Her binişinde okuyor üflüyor. Araba merakı var. Bütün markalara binmiş neredeyse, ama Mercedes'te karar kılmış. Macera türü roman okumaktan ve sinemadan hoşlanıyor. Eşinin yaptığı!
Karadeniz yemeklerine de bayılıyor.
Hami şimdi "filmin bitmesini" bekliyor. Belki son bir çırpınışıyla bir takım bulacak; bu satırlar yayımlandığında çok sevdiği futbolu yaşıyor olacak. Ancak bu kitabın yayımından çok fazla uzun olmayan bir süreç sonrasında, yani eninde sonu "eski"yecek. O zaman yorumlar, söylemi elbette değişecek uzunca bir süre çokça, daha sonra azalan tekrarlarla hayatından kesitler anlatmaya devam edecek. Belki daha net, daha katı çıkacak fırsat buldukça kamuoyunun önüne, ama hep farkında olacak: "Ben" diyecek, "Birçok duygumu hep işin içine soktum. Profesyonel bir futbolcunun, arkadaşlarımla dengesizlik olmasın, bana daha az para verebilirsiniz, demesi ne demek.
Ne kadar büyük bir hataymış." "Keşke" diyecek sonra, şunları bunları yapmasaydım. Diyor da zaten... Futbol diğer bütün branşlardan daha çok endüstrileşmiş durumda. Profesyonel futbol yaşamının tamamen paraya dönüşmüş bugününün ortaya çıkardığı acımasız rekabetin Türkiye üzerindeki en son direnişçisi Hami.. Bugün bu çarkın içerisinde ranttan payını kapabilme ana fikriyle dolu "ayakta kalabilmek" mücadelesinde her yol mubah tarzını benimseyerek "canını dişine takanlara" bakıldığında, Hami "Son Mohikan" gibi.
Kaynak: “Fırtına, İhtilal, Efsane Trabzonspor” Kitabından yazılmış. Derleyen; Hakan Kulaçoğlu.
İlgili Galeriler